WESTERN SİNEMASI ve BİLLY THE KİD

(Bu yazı, Çizgi Düşler tarafından yayınlanan Tex yeni seri 17.cilt (Orijinal 637-638) önsöz yazısı olarak yayınlanmıştır).

Orhan BERENT

Ağustos 2015

Geçen ay yeni serinin periyodunun artmasıyla Teks ile ilgili daha fazla konuda gevezelik etme şansı yakaladığımızı söylemiş ve kahramanımızla yakın ilgisi olan western filmlerine bir girizgah yapmıştık. Güncel serinin bir tanesinde bu konuyla ilgili yazılarımızı sürdürüyoruz. Umarız yazı dizisi bittiğinde bir nevi western filmleri seçkisi oluşturup literatüre gereken katkıyı yapmış oluruz.

Bilindiği üzre Amerikalılar yeni yerleştikleri coğrafya parçasında kendi geçmişleriyle yüzleşirken olgular ve tarihi şahsiyetler bizim coğrafyamızdaki gibi binlerce yıllık bir maziye sahip olmadıklarından, haliyle efsaneleştirilecek konular ve insanlar da geçen yüzyıla aittir. Bu nedenle işin içine bir miktar abartma ve anakronizm de girmiştir. Örneğin 1800’lü yıllara ait fotoğraflara baktığımızda, şimdi Amerika’nın güney eyaletlerinde kullanımı çok yaygın olan geniş kenarlıklı fötr şapkadan ziyade, fakir göçmenlerin güneşten korunmak için ellerine ne geçtiyse başlarına örttüğünü görürüz. Keza çölün ortasında ağaçsız bir ortamda bol miktarda inşa edilen ahşap kasabalardan çok önceki yüzyıla ait fotoğraflarda, değişik malzemelerden inşa edilmiş barakaları da görünce western filmlerinde belli bir gerçeklikten ziyade efsaneleştirme ve kurgusallığın öne çıktığını görürüz.

Elbette bu saydıklarımız westernlerin değerini düşürmez. Tam tersine bugün kült ve klasik mertebesine erişmiş birçok filmin arka planındaki ulus bilincinin nasıl yeşerdiği konusunda değerli ip uçları verir. Sözü fazla uzatmadan ünlü ve öne çıkmış filmleri incelemeye devam edelim.

Geçen sayıda 1939’un çok bereketli olduğunu söylemiştik. Usta ve adı westernlerle özdeşleşmiş John Ford’un o yıl yönettiği Stagecoach yani bizdeki adıyla “Posta Arabası”nın hikâye yapısı aslında çok basittir. Alt tarafı kızılderililer tarafından saldırıya uğrayan bir posta arabasında olup bitenler anlatılır. Ancak Ringo Kid rolündeki John Wayne’nin başrolünde oynadığı film, aynı zamanda sıkışmışlığın ve bu mekân içindeki değişik karakterdeki insanların davranışlarını da layığıyla inceler. Şüphesiz filmin efsane oluşunda en büyük pay, konusunun son derece güzel işlenmiş bir yol hikâyesi olması ve psikolojik derinlik taşımasıdır. Ayrıca kızılderililerin posta arabasını takip ederken sahnenin son derece görkemli verilmesi ve çağın birçok çekim tekniğini kullanması da onu unutulmaz kılmıştır.

1939’un westemler açısından oldukça verimli geçtiğini ileride daha değişik türde filmler çeviren bazı aktörlerin de bu türde kordelalarda yer almasından rahatlıkla anlayabiliriz. Özellikle “mainstream” seyirciye yönelik birçok western 30’ların sonuna doğru oldukça yaygınlaşmıştır. Omegin The Oklahoma Kid filminde Humphrey Bogart, Union Pacific fiminde de Anthony Quinn rol almıştır. Son bahsettiğim film Samson ve Dalilah adlı ünlü tarihi filmi yöneten Cecil B. Demille in eseriydi. 1940’ta çevrilen Billy the Kid’s Gun Justice filminde başrolü oynayan 1907 doğumlu ünlü aktör Bob Steele ise acaba bizdeki “bobstil’ yani züppece giyinme deyimine isim babalığı etmiş midir bilinmez, ama bu emekçi aktör de yığınla westernde oynamıştır. Aynı yıl çevrilen The Border Legion’da ise Tommiks’ten tanıdığımız Konyakçı karakterine ilham vermiş George ”Gabby” Hayes de rollerden birindeydi. Keza Arşak karakteriyle Dylan Dog’dan da aşina olduğumuz Marx kardeşlerin yer aldığı Go West adli komedi de 40’lanın başında çevrilmiş ilginç bir kovboy paradisiydi. Northwest Passage, yani “Kuzeybatı Geçidindeyse bir başka dünyaca ünlü aktör Spencer Tracy rol alıyordu. Bir başka usta yönetmen King Vidor’un yapıtı olan bu filmde olaylar 1800’lerde değil de Çelik Blek ve Kaptan Swing’in yaşadığı 1700’lerin ortasında geçiyordu. Binbaşı Roger’in Fransızların işgali altındaki bir toprak parçasında emrindeki adamlarla kızılderili pusularını atlatıp bir kaleye intikal etmesi anlatılmıştır ve bu da harika bir yol hikâyesidir. Zagor’un da zamanında aynı isimle yayınlanmış ve İtalya’da yılın en başarılı çizgi romanı seçilmiş kutuplara yakın geçen güzel macerasını da zikredelim bu vesileyle.

Aynı yıl dünyaca ünlü aktör Robert Taylor da Billy the Kid adlı filmde oynuyordu. Birçoğumuzun Red Kit ile tanıdığı Billy the Kid, aslında gerçek ismi Henry McCarty, lakabı da William H. Bonney olan bir efsaneydi. Öldürüldüğü sırada yirmi bir yaşında olduğu söylenir. Kötü bir çocukluk dönemi geçiren New York’lu kahramanımız, bir şekilde New Mexico’ya geldiğinde hızlı silah kullanmaktan başka bir becerisi yoktu. Zaten kendisine musallat olan ve onu sürekli döven birini meşru müdafaa sonucu öldürdüğü için kanunla başı dertteydi. Sonra silahşor olarak kendisine kol kanat geren bir hayvan yetiştiricisinin yanında çalışmaya başladı. Ama onun da rakipleri tarafından öldürülmesi sonucu bu tifil oğlan iyice kanun dışına saptı. Lincoln şehrindeki çıkar sahiplerinin savaşında Billy’nin işvereni öldürülünce kanlı bir kovalamaca başladı. Tutulduğu hapishaneden kaçtı, dağlara sığındı. Ancak valinin emriyle peşine düşen şerif Pat Garrett onu henüz yirmi bir yaşında hayatının baharındayken öldürdü. Bir bakıma dramatik bir ölümdür onunkisi. Batida onca haydut varken bu çocuğun israrla peşine düşülüp hem de bir kanun adamı tarafından öldürülmesi ilginçtir. Çünkü zaten Lincoln şehrindeki iktidar savaşında Billy’nin işvereni savaşı kaybettiği için kaybeden tarafin tasfiye edilmesi gerekiyordu ve malları müsadere edilmişti. Altı üstü zengin toprak sahiplerinin emrinde çalışan bir eleman olan Billy’nin ölümüne takip edilmesi acaba onun yarattığı anarşiden egemen güçlerin rahatsız olmasının işareti miydi?

Bizler bu iktidar savaşlarını Teks’in birçok macerasından biliyoruz. Bir kasabada salon sahibi güçlü adam yanına şerifi ve belediye başkanını alip bir de yargıcı ayarladı mı önünde kimse duramazdı. Ta ki Teks ve Carson’un kasabaya gelişine kadar. Sonuçta Teks ailesiyle onları dağıttığında son adamına kadar herkesin haddini bildirir, kaçamayanlar hapiste taş kırmaya, kaçanlarsa zorlu bir takipten sonra mıhlanıp zebaniler eşliğinde cehennemde kürekçilik yapmaya yollanırdı. Ancak Teks, şerif Garrett gibi daha yirmi bir yaşında olan bir delikanlıyı ısrarla kovalayıp öldürmezdi. Sizler klasik seride Fusco çizimi “Insan Avi” macerasında bunun böyle olmadığını gördünüz.