ALFABESİ İNSANLAR, KAPLANLAR, LABİRENTLER,BIÇAKLAR VE AYNALAR OLAN BİR YAZI W.B.Bayrıl

Ne zaman elimde, çantamda ya da oturduğum “cafe”deki masanın kenarında bir çizgi roman görseler, çoğu arkadaşımın ya da uzun zamandır tanıdığım kimi kişilerin – ki bir kısmı edebiyatçıdır – yüzünde belli belirsiz bir tebessüm genişler… Kibarlıktan ya da kimbilir belki de şerrimden korktuklan için dışa vurmaz veya belirtmezler ama, onlarca bu ilgimin “çocuksu”, “yararsız” ya da “hafif’ bir davranış olarak karşılandığını uzun zamandır gözlemişimdir. İnsanlar üzerinde, kişisel zevklerim sayesinde iyi bir etki bırakmak gibi kaygıları, çok uzun yıllar önce terk etmiş biri olarak, bu tür davranışlara, genellikle aldırmam.

Çizgi roman okumak, kendini “ciddi edebiyat okuru” ya da “ciddi okur” –neyse ve kimse onlar- sayanlar için, çoğunlukla bağışlanması ya da bıyık altından gülünüp geçilmesi gereken bir davranıştır… Oysa insan, tutkulu ve saplantılı bir yaratıktır. Bir kişisel okuma eyleminin; tutkuya, saplantılı huzursuzluğa, sabırsız beklentiler labirentine, hayal kırıklıklarına, şaşkınlığa, göz kamaşmasına, hayranlığa, nefrete, tiksinmeye, aşka, hüzne, kısacası son derece karmaşık bir hazlar demetine dönüşmesi nasıl ve neyle açıklanabilir ki?..

Başkalarını bilmem, ama benim için böyle bir ilişkinin temeli çizgi romanlarla atılmıştır. Okumayı öğrenmemden itibaren -ki ilkokula başlamadan olmuştu- kendimi bildim bileli hep çizgi roman okudum… Çoğunlukla da tutkuyla okudum… Haz duyarak okudum… Tıpkı ilk cinsel deneyim gibi… Benim başka alanlardaki okumalara açılmamı çizgi romanlar ile kurduğum bu tutkulu ilişkiye bağlamam kimilerini rahatsız edebilir belki, ama ne yapayım ki, gerçek bu…

Entel değil Entelektüel Serüvenci ve Gizemler Arkeologu: Martin Mystére

Onunla önce “Atlantis” adıyla tanışmıştık. Belleğim beni yanıltmıyorsa “Alaska” da o yıllarda çıkmıştı… 80’li yılların ilk yarısıydı… 0 zamana kadar ki gözdelerim; Mister No, Teks ve Örümcek Adam’ın yanına hemen Atlantis ve Alaska da yerleşti… (Ki bu çizgi romanlardaki kahramanların hepsinin sıradışı, düzenle uyuşmayan, asi, mücadeleci, yerleşik kural, alışkanlık, eğilim ve anlayışlara karşı kimi zaman küstah kimi zaman dikkafalı tavırlar takınmak ve elbetteki yakışıklı ve çapkın olmak gibi ortak özellikleri vardır.)

Alaska’nın kahramanı Ken Parker, Atlantis’in ise Martin Mystére’di ve bu iki çizgi romanın özgün adları aslında kahramanlarının adlarıydı… Şimdilerde özgün adlarıyla yaymlanmalarına karşın, sanırım yayıncı, o yıllarda, yabancı adların yerli çizgi roman okuruna uzak geleceği düşüncesiyle yeğlemişti bu garip Alaska ve Atlantis adlarını (Ve ticari olarak çok da doğru yapmıştı!)

Peki kimdir Martin Mystére ya da diğer tanımıyla “İmkansızlıklar Detektifi” Martin Mystére? Öncelikle bir entelektüel serüvencidir o. Arkeoloji ve Sanat Tarihi eğitimi görmüştür. Birçok eski ve modern dili gayet iyi bilir. Kitaplar, makaleler yazar. Tv programları hazırlar ve sunar. İlgi alanı dünyanın geçmiş uygarlıkları ve bunların gizemleridir; insanlığın ve tarihin üstü örtülü kalmış gizil gerçekleridir. Orta yaşı aşmasına rağmen, gayet yakışıklıdır. Mecbur kaldığı zamanlarda iyi dövüşür. Uluslararası bir kişiliktir. Kongrelere, sempozyumlara çağrılır. Kitap dolu bir evi vardır. Sahaflardan, kitapçılardan çıkmaz. Hep kitap ve eski nesneler alır. Makale ve kitaplarını hep Macintosh’ta yazar. Ve hep yazılarını yayıncısına geciktirerek teslim eder. Bekârdır. Uzatmalı ve güzel sevgili Diana onunla evlenmek için her fırsatı kollar. Ama beyimiz bu konuda bir türlü karar veremez. Diana’nın kıskançlığından korkar ama kendisine hayran olan genç kızlara ümit verdiği de olur. Her ne kadar mutlu sona ulaşmasa da bu girişimleri… Bir macera dışında sevgilisi Diana ile seviştiği görülmez. (Türkiye’de yayınlanan maceralardan söz ediyoruın tabii ki.) Genellikle sarılma ve öpüşmeden ibarettir ilişkileri. Elbette kavgaları, küsmeleri, ayrılıp barışmaları kimi maceralann yan öyküleri olarak gelişir… Ancak bu ilişkinin sadece kahramanımızın “aseksüel” bir kimliği olmadığının altını çizmek ve karakterine biraz daha sahicilik katmak için yapıldığını düşünebiliriz…

Martin’in çok garip bir yardımcısı vardır. Bir “Neanderthal adamı” olan Java. Zorlu bir macera sonu, soyunun bu tek temsilcisi Martin’e katılır. Konuşmaz ya da bizlerin homurdanmalar olarak okuduğumuz bir konuşması vardır. Ve onun dilinden sadece Martin anlar. Java, üstün fiziksel güçlere ve sezgilere sahiptir. İyi bir savaşcıdır. Fizik gerektiren durumlarda Martin’in başını birçok beladan kurtarır. Martin’le yaşaya yaşaya bir mizah duygusu edinmiştir. Martin’in gevezeliklerine ve kimi zaman da “entelliklerine” karşı hayli komik tepkiler verir Java…

Tabii ki bir de çok özel silahı vardır Martin Mystére’in: Bir ışın silahı… Onbin yıl önce, Atlantisli bilge Naacal’lar tarafından yapılmış. Sadece onun tarafından çalıştırılabilir. Başkasının eline geçtiğinde içi boş bir kutudur. Himalayalarda, bir budist tapınağındaki ruhsal eğitiminden sonra büyük bilge Kut Hutmi tarafından verilmiştir kendisine. Silah öldürmez, sadece geçici bir süre felç eder. Bu da Martin ve Java’ya oradan uzaklaşacak zamanı verir. Bu silahın bir benzeri ise başlangıçta Martin’in arkadaşı olan ancak başına gelen trajedilerden sonra kötü bir karaktere dönüşen Sergey Orloff’tadır. Sergey’in silahı öldürücüdür. Martin ne kadar olumlu bir karakterse Sergey Orloff o denli kötü bir kişiliktir… Bilgiden ve bilgeliğin gücünden kişisel çıkar sağlama peşindedir Orloff… Tabii ki Martin ile mücadele ve yarış halindedir. Eski arkadaşlığın hatırına aldırmaksızın birçok kez Martin’i öldürmek ister.Bazı maceralarda ise istemese de şartların zorlaması sonucu Martin ile işbirliği yapar…

Peki ama nedir Martin Mystére’i ve maceralarını ayrıcalıklı kılan? Her şeyden önce bilgi ve gizeme duyulan ilgi. Martin Mystére, birçok çizgi romana nazaran hayli yüklü bilgi ile doludur. Felsefe’den şiire, bilimden sanata, mimarlıktan teknolojiye, büyüden fala, her türden mitolojiye, kimi zaman sosyolojik kimi zaman eleştirel insanlık durumlarına kadar bugünün dünyasına dair birçok bilgi, gözlem ve eleştiriyle karşılaşırız Martin Mystére de.

Gelişi güzel sıralarsak: Kayıp şehirler, unutulan keşifler, bilinmeyen coğrafya haritaları, eski lanetler, kehanetler, modern teknoloji, dünyanın bizden önceki büyük ve üstün teknolojiye sahip uygarlıkları olan ve bir atom savaşıyla yok olan Atlantisliler ile Mu arasındaki savaşlar, bunlardan kalan zaman ve bilgi odaları, mitolojiler, efsaneler, uzaylıların dünyayı ziyaretleri, mutantlar, başka boyutlar, cinler, periler, şeytanlar, çöller, şairler ve düşler, büyücüler, bellek kayıpları, zombiler, yeraltı şehirleri, gizli sırlar, azizler, şövalyeler, kayıp kıtalar, Noel Baba, Lotüs rahipleri, Katar Şövalyeleri, Haşhaşiler veHasan El Sabah, Kral Arthur, İlyada, Hephaistos, Coleridge, Kant, Wordsworth, Leonardo, Umberto Eco gibi ünlü birçok sanatçı, felsefeci ve bilimadamının düşünceleri, şiirleri, yapıtları ve bunlardan alıntılar da sık sık yer alır Martin Mystére’de… Kısacası; bir kültür adamı ile bir serüvencinin, bilginin ve bilgeliğin peşinde koşan yatışmaz bir ruhun ta kendisidir Martin Mystére.

Elbette bir “bilimadamı” kimliği vardır ama sadece “akıl” ile değil birçok “mistik” deneyimle de bilgi edinir. Bir pozitivistten çok bir agnostiktir o. İlgisi varoluşa, dünyaya, insanın bu evrendeki anlamı üzerine yoğunlaşmıştır. Düşünen, hisseden, yaşayan, sorgulayan, her şeyi hemen kabul etıneyen, yılmadan daha çok, daha çok bilgiye ve bilgelikle donatılmış bir insan haline ulaşmaya çabalar. Ve bunun asla sonu olmayacağının farkındadır. Olumlu bir kişiliktir ama sık sık kendisiyle hesaplaşmayı, kendini acımasızca eleştirmeyi de ihmal etmez. Mükemmellikten çok “kusurlu güzelliğini “ kabullenmiştir.

Tarih, Ders Kitaplarında Anlatıldığı Gibi Kalmak Zorunda” Ya da kötüler: Tarihin Yöneticisi Kara Adamlar

Her kahramanın olduğu gibi Martin Mystére’in de bir misyonu ve bu misyonu yerine getirmesine engellemeye çalışan, savaştığı kişiler vardır. Bunlara “Kara Adamlar” denir. 60’lı yıllardan kalma siyah takım elbiseler giyer ve siyah gözlükler takarlar. Aslında çok eski bir tarikattirler. Ve birçok macerada Martin Mystére ile Java’nın karşısına çıkarlar. Görevleri… En iyisi, görevlerini kendilerinden dinlemek. Bir macerada kendilerini ve görevlerini şöyle anlatır/savunurlar Martin’e: “Toplum, ekonomi, güç. Hepsi de ikibin yıldır yürürlükte olan belli bir düzene, belli bir inanışa göre yönetiliyor. Eğer biri kalkıp, geçmişte aynen bizimkine benzeyen ve kendi hataları yüzünden yok olmuş bir uygarlığın varlığından ya da evrende yalnız olmadığımızdan bahsederse, farklı düşünmeye ve bazı şeyleri sorgulamaya başlayan birileri mutlaka çıkar. Hassas dengeler bozulur, sistem çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, böyle bir şeye asla izin veremeyiz. Biz her zaman – insanlık tarihinin her evresinde- vardık. Bizi değişik adlarla tanıdınız: ‘Kitaplık yıkıcıları’ olarak, ‘Kara Adamlar’ olarak. Görevimiz, insanların zihninde geçmişimiz ve kökenimizle ilgili soru işaretleri belirmesine yol açacak her şeyi ortadan kaldırmak. Tarih, ders kitaplarında anlatıldığı gibi kalmak zorunda. Bu kesinliği sarsacak bir gelişme olursa, sır olarak kalması gereken bir şey açığa çıkarılmaya çalışıldığında devreye hemen biz gireriz, geçmişimizi deşifre edecek tehlike ne olursa olsun ortadan kaldırılmak zorundadır. Bunu yapmak için insan hayatını tehlikeye atmak zorunda kaldığımız da olur, yazık ama yapacak başka şey yok!” (1) Evet, “Kara Adamlar” aslında düzenin adamlarıdır. Bilginin açıklanması ve yeni düşüncelerin yayılmasını önleyen, zamanı ve tarihi kontrol etmeye çalışan “kara güçler”.

Tarihin “olması gerektiği gibi olması” için çalışırlar. Kimi zaman başka bilgileri gizlemek için “düşünce akımları, bilimsel buluşlar, teknolojiler” bile yarattıkları olur. Martin’in ortaya çıkardığı ve bildiğimiz tarihin tüm akışını değiştirecek yeni buluşların, eskinin gelişmiş uygarlıklarının kalıntılarını hiç çekinmeden yok ederler. Her yerde vardırlar. Hükümetlerde, dini mekânlarda, üniversitelerde, şirketlerde ve aklınıza gelebilecek her yerde…

Kara Adamlar elbette bu kadar basit anlatılamazlar. Başta iyi niyetlerle bu işe başlamışlardır. (2) Ancak zaman ilerledikçe ellerinde bulundurdukları gücün etkisinde kalmışlardır… Onların içinde de gücün kullanımı üzerine farklı görüşler, yaklaşımlar vardır. Birçok macerada Kara Adamlar’ın içindeki farklı fraksiyonlar ya da klikler kendi aralarında da çatışırlar ve bu çatışmalar Martin ile Java’nın kurtuluşunu sağlar.

“Palimpsest” Bir Çizgi Roman Olarak Martin Mystére

Martin Mystére’in birçok öyküsünde dünya edebiyatının ünlü şair ve yazarları karşımıza çıkar. Ya öykü onların bir şiiriyle açılır; örneğin “Xanadu” isimli macera doğrudan Colerigde’in ünlü “Kubilay Han” şiiriyle başlar ya da az sonra bahsedeceğimiz gibi bütün macera Borges’in kayıp bir kitabı ve bir hikayesi üzerine kurulur (ki “Unutulan Kitaplık” adlı macera da tamamen İskenderiye Kitaplığı üzerine kurulmuştur) ya da ünlü şair, bilimadamı, tarihçi, sanatçı, felsefecilerin yapıtlarına atıflarda bulunulur.

Martin Mystére okumak demek, aynı zamanda tarihin, şiirin, edebiyatın, mitolojinin, sanatın, gizem ve efsanelerin, zaman ve bilginin içinde yapılan bir yolculuk demektir. Belki de Martin Mystére’i tanımlayacak en güzel sözcük “palimpsest”tir. Latincesi “palimpsestus”, ki asıl kökeni olan antik Yunancası ise “palimpseston” dan gelen bu sözcük; dar anlamda, üzerindeki ilk metin kazıma ya da yıkamayla silinerek üzerine yazı yazılan parşömen ve tabletlere verilen addı. Zaman içinde kimi tekniklerle, altta kalan silinmiş metinler ortaya çıkarılarak bazı antik çağ eserlerinin orijinal hallerine böylece ulaşılmıştı. (Plautus, Cicero, Titus Livus, Ovidius vb. kimi eserleri bu yolla okunabilmişti.)Her Martin Mystére macerası da kendi içinde çok katmanlı bu “palimpsest”lere benzer. Tad almanız, macerayı izleyebilmeniz, öykünün atıfta bulunduğu birçok kültürel göstergeyi önceden bilmenizi ya da bu konuda azçok bir genel kültüre sahip olmanızı gerektirir. Dolayısıyla aslında “yetişkinler” için bir çizgi romandır Martin Mystére. Ya da hangi yaştan olursa olsun, okuru ile geniş bir genel kültürü, belli asgari müşterekler çerçevesinde bir araya getirir.

 “Tanrı, Kütüphanedeki Dörtyüz Bin Kitaptan Birinin Sayfalarından Bir Tanesindeki Harflerden Birindedir.”

Doğrusu hiç şaşırmadım, Martin Mystére’in Aksoy Yayıncılık’tan çıkan 4. sayısının kapağında “Alef” başlığını görünce. Evet, “Alef”… Evet, evet Borges’in şu ünlü “Alef” öyküsü. Martin Mystére gibi bir kitap kurdunun Borges gibi bir yazarı bilmemesi mümkün değildi tabii. Macera, Martin’in arkadaşı İspanyol Edebiyatı uzmanı Prof. Temesvar’ın Borges üzerine yayınlanan bir makalesiyle başlar. Prof. Temesvar, Borges’in öykülerindeki birçok kişi ve nesnenin “uydurma” olmasına rağmen, bazı şeylerin, hem de gizemli şeylerin doğru olduğunu iddia etmektedir bu makalesinde. Martin, Java ve Prof.Temesvar, Kara Adamlar’ın bir saldırısını atlattıktan sonra, doğruca bir zamanlar Borges’in müdürlüğünü yaptığı Buenos Aires Ulusal Kitaplığı’na giderler. Maceranın ikinci bölümü tümüyle bu ünlü kitaplıkta geçer. Üçlümüz, Borges’in “Kum Kitabı”nda sözünü ettiği “Her Şeyin Kitabı”nı aramaktadır. Prof.Temesvar, bu kitabın var olduğunu ve bulunabileceği tek yerin de bu kitaplık olduğunu söyler.

Kitaplıkta, Kara Adamların ve tuhaf insanlar olan kitaplık görevlilerinin (ki onlar da, aralarında Borges’in de bulunduğu başka çok eski ve gizli bir tarikatın adamlarıdır) gözetimi altında geçen uzun ve yorucu bir günden sonra, Martin gece bir düş görür. Düşünde Borges ile karşılaşır. Borges, Martin’le sohbet eder ve ona bu arayışının neden beyhude olduğunu şu güzelim sözlerle anlatır: “Artık biraz rahatlayın Mystére. Bir zamanlar benim olan bu kütüphanede günlerinizi harcadınız ve olmayan sonsuz bir kitabı arayıp durdunuz. Bir kitabın ne olacağı ve hepsinden önemlisi sözünü ettiğim kitabın ne olduğu hakkında fikriniz çok sınırlı. Evren, (başkaları buna kitap diyor) belirsiz ve belki de sonsuz sayıdaki sözcüklerden ve harften oluşur. Ve bu sınırsız kitabın tümceleri, dizeleri, dipnotları bizzat bizleriz.Ve sonu gelmeyen şu kitap, dünyada var olan tek şey; daha iyi bir deyişle dünyanın kendisi. Mexico sokağındaki binanın içinde barındırdığı kitap işte bu. Kağıda basılı bir eser değil. Alfabesi insanlar, kaplanlar, labirentler, bıçaklar ve aynalar olan biryazı.” (3)

Borges, düşteki bu konuşmasının bir yerinde elindeki kitabı Martin’e uzatır ve oradan 1943 yılında yazdığı “Gizli Mucize” adlı öyküyü okumasını ister. Martin öyküyü kendi kendine okur (tabii bu arada bize de): “Sabaha karşı düşünde kendini, Clemantinum kütüphanesine sığınmış olarak görmüş. Kara gözlükleri olan bir kütüphane görevlisi ona, “Ne arıyorsunuz?” diye sormuş. Hladik de, “Tanrı’yı arıyorum” diye yanıtlanıış. Bunun üzerine görevli “Tanrı, Clementinum’daki dörtyüz bin kitaptan birinin sayfalarından bir tanesindeki harflerden birindedir” demiş. “Benim atalarım ve atalarımın ataları bu harfi aradılar, ben onu araya araya kör oldum.”

Martin burada okuduğu kitabı bırakarak Borges’e döner ve aralarında şu diyalog gelişir:“Kör bir kütüphaneci… ama… Bu siz misiniz?” Borges yanıtlar: “Olabilir… Ama ben o harfi aradığım için değil, bulduğum için kör oldum.”

Est&Non’un bir sayısında, açılış yazılarından biri, “bir harf için ölünen bir dünyadan” mı söz ediyordu?.. Bu yazıyı bitirirken, belleğimde uzak bir şairden, tuhaf, belki de Borgesvari bir tesadüf, iki mısra belirdi, şimdi tam hatırlamıyorum ama, şöyleydi galiba:

Kainat, derin kitap. Hiçliği anlatır.

İnsan ki orda, mürekkebi dağılmış satır.”

Hoşça kalın ve siz siz olun, beni elimde bir çizgi romanla gördüğünüzde, yüzünüzde sakın o istihza dolu tebessüm olmasın. Benden söylemesi…

(1) Martin Mystére, Kara Adamlar, Dev Albüm, Sayı 3, Oğlak Yay-Maceraperest Çizgiler, İst. Mayıs 2000

 2) Bkz. age.

 3) Martin Mystére, Alef, Sayı 4, 2.bölüm, Aksoy Yayıncılık