NEW YORK VAMPİRİ

10.öykü
Lal KM 4. cilt/13-14.sayı
Senaryo: A. Castelli
Çizimler: F. Bignotti
Kapak: G. Alessandrini
İlk yayın tarihi. Nisan 1983

Lal KM 4. cilt 13. sayı
Lal KM 4. cilt 14. sayı

Lal KM Serisi
Lal 13/New York Vampiri-3.sayfadan başlar (96 s). KM 4/1.
Lal 14/Lanet-194. sayfada biter. KM 4/2 (96 s).
Toplam 192 sayfa.

Tay İlk seri sayı 12
Tay İlk seri sayı 13
Tay İlk seri sayı 14

Tay İlk Seri
Tay İlk 12/New York Vampiri-29.sayfadan başlar-(70 s).
Tay İlk 13/New York Vampiri-3.sayfadan başlar-(96 s).
Tay İlk 14/New York Vampiri-26.sayfada biter- (24 s).
Toplam 192 sayfa.

Tay Büyük Albüm 6
Tay Büyük Albüm 7

Tay Büyük Albüm Serisi
Tay Büyük 6/New York Vampiri. 196 s. başlar (97 s).
Tay Büyük 7/New York Vampiri. 3. s. başlar 97 s. biter. (95 s).
toplam 192 sayfa.

New York’ta, kurbanlarının kanını (bir vampir gibi) emen ve ardından tahta uçlu bir bıçak kullanarak onları öldüren gizemli bir katil Korku salmaktadır. Soruşturmayı yürüten Müfettiş Travis, Martin Mystere’den yardım ister ve birlikte katilin saklandığı yerlerden birini keşfederler. Çember: Herman Strauss, ‘Hançer Suikastçısı’ veya New York’ta terör estiren gizemli seri katilin için daralıyor. Mystere, kendisini korku edebiyatının temel figürlerinden birini temsil eden bir kişiyle, gerçek bir vampirle karşı karşıya bulacaktır. Ancak Herman Strauss basit bir ‘canavar’ değil. O, bir lanetin kurbanı, içinde bulunduğu durumu çaresizlik ve ıstırapla yaşayan bir adamdır. Sonunda; dramatik, sürdürülemez bir durum…

Vampirlere bakış açısını tersine çeviren Castelli’den; Dylan Dog’un değerini birkaç kat arttıran ve hatırlanması gereken bir öykü. Vampir artık ısırılacak güzel kızların kana susamış avcısı değil, normal bir adam olmasına izin vermeyen bir lanetten etkilenen, karmaşık bir kişiliktir. Martin , neredeyse aksiyondan yoksun bir hikayeyle uğraşmak için Indiana Jones tarzı bir arkeolog rolünden bir kez daha vazgeçiyor. Önceki hikayelerden farklı olarak psikolojik yönü olan bir öykü ortaya çıkıyor. Martin ve Strauss arasındaki son yüz yüze karşılaşma, bizi nefessiz bırakan ve tesellisi olmayan bir sona götüren bir itiraftır.

Castelli’nin, vampirlerin sarımsak ( parazitleri öldürür) ve ışığa (normal dünyada ışık hayattır ve karanlık ölümdür) olan nefreti ile ilgili olarak Strauss’un açıklamaları ve karşılaştırması çok anlamlıdır. Uyuşturucu bağımlısı ve vampir figürü son derece etkilidir; plazma, metadonun bir eroin bağımlısı üzerinde yarattığı etkinin aynısını gösterir .

Strauss, 19. yüzyılın sonlarına doğru kendisini genç Sigmund Freud’un bakımına emanet ettiğini söyler. Freud onu İşlediği suçlardan dolayı duyduğu, suçluluk duygusunu ortadan kaldırmayı başaran psikanalitik bir terapiye tabi tutmuş.

Strauss, yazar Stephen Queen için ‘hayalet yazar’ olarak çalışıyor. Bu sanki, Stephen King’e bir saygı duruşu ve aynı zamanda onun sınırsız üretkenliğine dair ironik bir açıklama.

Java ilk kez kendisine fiziksel düzeyde karşı koyabilecek birini buluyor. Artık Diana’nın soyadının ‘Lombard’ olduğunu öğreniyoruz ve onun New York’un özellikle sorunlu bir mahallesinde sosyal hizmet uzmanı olarak çalıştığını keşfediyoruz.
İfade
Herman Strauss : “…Ben ve akranlarım hakkındaki gerçeği söylemenizi istiyorum. Ben kaba bir Martin değilim… Çiğ eti her zaman bıçak ve çatalla yedim …

Alttaki yazı orijinal İtalyanca ve bazı Tay serilerinde basılmış olan yazıdır.

VAMPİR

Yahudi efsanelerini inceleyen bilim adamlarına göre “vampir”, bir tür hortlaktır ve kökeni kutsal kitaba dayanmaktadır. Buna göre Adem, Tanrı tarafından yaratılıp yeryüzü cenneti Aden’e yerleştirildiğinde korkunç bir yalnızlık hissi onu huzursuz etmeye başlamış ve kendi cinsinden bir arkadaşa ihtiyaç duymuş. Bu şiddetli arzu giderek artmış ve elle tutulur “maddesel” bir şekil kazanmış. Sonunda da, insan duyguları taşıyan ama cansız, yarı insan bir hortlak haline gelmiş. O zamandan beri bu talihsiz yaratık kan emerek boş yere bir beden sahibi olabilmek için çırpınmaktadır.

Bazı doktorlara göre “vampir” ilkel insanların, öfke nöbetine tutulan hastalara bakarak hayal ettikleri efsanevi bir yaratıktır. Bu hastalığa tutulanlar şiddetli sinir krizleri geçirmekte; hastada yalnızlığa itilme, karanlıkta kalma ve şiddetli bir ısırma isteği belirmektedir. Bazı araştırmacılara göre de “vampir” özel bir virüsün kurbanıdır.

Bize göre ise “vampir”, şık bir smokin giymiş, kırmızı pelerinini savuran, oldukça sempatik ve onu filmlerde canlandıran aktör Christopher Lee’ye benzeyen aşina bir tip; kısacası binlerce yıldan beri kendinden söz ettiren bir şahsiyettir.

Vampirlerle çeşitli insanlar, hatta din adamları bile ilgilenmiştir. Saint Augustine yazdığı bir kitapta bu yaratıkların mezarlarından kalkıp zavallı insanların kanını emmesini önlemek için ne gibi önlemler alınması gerektiğini belirtmiştir. Geçmişte bu konuyla ilgili pek çok kitap yazılmıştır. Günümüze gelince… Paris’te yaşayan bayan Ornella Volta gerçek bir “vampiroloji” uzmanıdır. Kısa zamanda tükenen “Le Vampyre” adlı kibında bu olağanüstü gece yaratıklarının çeşitlerinden bahsetmiş, en ünlülerinden elli beş tanesini bulup incelemiş ve vampir geleneğinin birbirinden farklı kültürlerde bile ortak bir yön olduğunu göstermiştir.

KİMDİR, NASIL OLUNUR, NASIL YOK EDİLİR

Efsanelerin çoğuna göre vampirlerin meydana gelişi doğaüstü olaylara dayanmaktadır. Şeytanla anlaşan, büyü ile uğraşan, intihar eden, kötü ruhların etkisi ile dünyaya gelen, işkence ile öldürülenler “vampir” olur. Ayrıca en doğal vampir olma yolu bir vampir tarafından ısırılmaktır, çünkü vampirlik bulaşıcıdır.

Vampirleri öldürmenin en kesin yöntemi tahta bir kazığı kalplerine saplamak veya başlarını gövdelerinden ayırıp ayrı yerlere gömmektir. Onları korkutmak için gümüş haç, gül, akdiken dalı veya sarmısak yeterlidir.

VAMPİRLER ARAMIZDA MI?

1732’de Paris’te “vampirlik hastalığı” yaygındı. Fransız ordusunun askerleri sonunda mezarlıktaki bütün ölüleri çıkartarak kafalarını vücutlarından ayırdılar ve ayrı yerlere gömdüler. 1849’da çavuş François Bertrand mezarları açıp taze ölülerin kanlarını emdiği için yargılandı. 1925’de “Hannover Vampiri” adı verilen Fritz Haarman ölüme mahkûm edildi. 1949’da “Londra Vampiri” John Haigh ve 1931’de “Düsseldorf Vampiri” Peter Kuertner aynı akibete uğradılar. Ünlü İtalyan kriminoloji uzmanı Cesare Lombroso, Vincenzo Verzeni adlı bir vampirin kurbanlarını önce boğup sonra kanlarını emdiğini söyler. Acaba 20. yüzyılın gelişmiş teknik çağında da vampirler var mıdır? Bazılarına göre evet. Bir Amerikalı gazeteci New York sokaklarında normal insanların arasında vampirlerin gezdiği fikrini savunmakta ve bunu ka-nıtlayacak deliller göstermektedir.

EDEBİYATTA VAMPİR

18. yüzyılda “vampir” bir roman kahramanı oldu. 1816 yazında bir gün, şair Percy B. Shelley, nişanlısı Mary Wollstonecraft, Lord Byron ve Joseph William Polidori, Genevre’deki Villa Diodati’de toplandılar. Amaçları, yağmurlu bir günü aralarında bir yarışma düzenleyerek neşeli bir şekilde değerlendirmekti. Her biri birkaç saat içinde bir korku hikâyesi yazacaktı ve en iyisine bir ödül verile cekti. Mary Wollstonecraft, ilerde ölümsüzlüğe ulaşacak romanı “Frankenstein” yazarak birinciliği aldı. Romantik şair Lord Byron ise, içlerinden biri vampir olan iki gezginin yolculuklarını anlatan bir hikâyenin sadece başlangıcını yazıp bırakmıştı. Polidori ve Byron arasında daima gizli bir rekabet vardı. Bu fırsattan yararlanan Polidori, Byron’un yarım kalan hikâyesini tamamladı ve hikâyenin kahramanı olan vampire de “Lord Ruthwen” (Byron’un takma adlarından biri) adını verdi. Vampir, Byron’un takma adının dışında bazı özelliklerini de taşıyordu: derin bir egoizmin süslediği ihtiraslı bir mizaç, meşum, karanlık ve melankolik bir iç dünyası, tahammül sınırlarını aşan bir züppelik.

“Vampir” adlı bu roman büyük başarı sağladı ve yıllarca Lord Ruthwen adı tıpkı “Drakula” gibi bir vampir sembolü oldu. Hem kendisine, hem etrafındakilere zaran dokunan bu efsanevi kahraman Romantizm’in en civcivli zamanında sahneye çıkmış ve başlı başına bir “moda” yaratmıştı. O yıllarda çıkan diğer taklitlerinin arasında en ünlüsü Thomas Prestett’in uzun romani “Kan Şöleni”‘dir. Joseph Sheridan Le Fanu’nun “Carmilla”sı edebiyattaki ilk kadin vampirdir. Le Fanu “Carmilla”‘yı yazarken gerçekte yaşamış, katil ruhlu, kurbanlarının kanıyla banyo yapan Elizabeth Bathory adlı bir kontesten esinlenmiştir. Bir başka tarihi kişi de, her çagda adı geçen ünlü bir vampirin doğmasına sebep olmuştur: Kont Dracula.

VLAD ÇEPES

1455-1462 yillari arasında Romanya’da, Eflak Voyvodası olan Viad III, cezalandırmak istediği kimseleri kazığa oturttuğu için “Çepes” yani “kazıklı” lakabıyla anılırdı. Ayrica babasıyla birlikte “Del Drago” yani “Canavar” adlı bir şövalyelik örgütüne üye olduğu için kendisine “Drakul” veya “Drakula” da derlerdi.

“Kazıklı Voyvoda Vlad’n temsili resmi

Abraham Stoker adındaki İngiliz yazarı, bu hükümdarın kötü şöhretini biliyordu ve onun adını kullanmaya karar verdi. Böylece ünlü korku romanı “Dracula”yı yazarak 1897 de yayınladı. Romanın başlangıcı tarihteki kanlı olaylara sahne olan yerlerde geç- mektedir. Aslında roman kahramanı “Dracula” ile ona adını veren hükümdar arasında isim benzerliğinden başka bir ortak yan yok.

MARTİN’İN ÇOK MERAKLISINA

Vampir Kavramının Bilimsel Kökeni: Porfiriya (Porfiri) ile Vampirlik Arasında İlişki. Geçmişteki pek çok efsane ve masallar, aslında gerçeklik payı olan olaylardan günümüze dek değiştirilerek ve abartılarak gelmesiyle oluşmuştur. Bunlardan biri olan vampir hikayelerini hemen hemen herkes çocukluktan beri bilir. Ya bir filmin ya da bir kitabın konusu olmuştur senelerce. Peki bu vampir kavramının gerçeklikle bir ilişkisinin olduğunu hiç düşündünüz mü? (Evrim Ağacı. Nilüfer Kara) (Link)